Öğlene doğru dersten çıktım, yurda doğru yürüyorum.Uykum var, kahvaltı etmemişim,üşümüşüm...
Hafiften somurtuyorum, mutsuz hissediyorum kendimi...Bizim yurdun kapısına yaklaşıyorum...
Ve karşıma aniden o çıktı!
Uzaklardan onu gördüm...
Minicik bir yavru köpek!
Çocuk gibi yanına koşturdum.
Zor yürüyor daha, o kadar küçük...Ama birazcık tombul, bir o kadar da pis...Üstüne toz toprak yapışmış.
Nemli nemli bakıyor, ıslak burnunu elime sürtüyor yaramaz!
Lanet hava da o kadar soğuk ki titriyor biçare...
Annemin yumurtalıklarını üşütürsün tembihlerini bir kenara bırakıp yere oturdum, ve annemin mikrop kaparsın tembihlerini de bir kenara atıp sevmeye başladım yavruyu...
Yazık o kadar çok üşüyor ki, ben kafasını okşadıkça titrek titrek sokuluyor bana...En sonun da yüzsüzlüğü diz boyuna çıkarıp kucağıma paytak paytak zıplayıp, içimdeki yün kazağın katlarının arasına kafasını sokup yattı...
Ne mutluluk!
Hem o hem ben o kadar mutluyduk ki!
Bir süre mutlu mutlu orada oturduk...
Her ne kadar çok istesem de sonsuza kadar orada öyle oturamazdım.Aklıma bir fikir gelmişti.Onu yurdun kapısının önüne bırakıp, bir hızla yukarı çıktım, orta boy bir kolinin içine, bir gün lazım olur diye sakladığım buzdolabımın kolisin içinden çıkan yalıtım malzemeleri ve elyaf bezlerini küçük kolinin içine koydum, kavonoz kapağına da biraz süt döküp ekmek doğradım, aynı hızla aşağı indim.
Orada titreyerek duruyor bizimki...Hemen kolinin içine koydum
İstediği zaman dışarı çıksın diye koliyi yan yatırdım, sütünü de verdim.
Pembecik diliyle yalayıp içti sütünü, sonra elyafların arasında bir güzel uykuya daldı yavru köpekçik...
Ama güvenlik dedi ki köpeği kim getirdi belli değilmiş,annesi de yokmuş, müdüriyet de istemiyormuş burada beslenmesini...
Oysa tam yavru köpeğe uygun, yemyeşil,ormanlık bir yer bizim yurdun orası!
Zaten iki mutlu varlığın arasına giren kötüler vardır illa ki...
Akşama kadar kalsın, bir çaresine bakarız artık dedim.
Barınak araştıracağım şimdi.
O kadar mutluyum ki yine de!Minicik bir yavrunun kollarınızda uyuması o kadar mutluluk verici ki...
Çok üzülüyorum ben böyle kimsesiz yavru köpeklere...
Sonuçta o da bebek.
İnsan yavrusu olan bebeği sokakta tek başına düşünün, emekliyor, üşüyor, ağlıyor...O da yardıma muhtaç, yavru köpek de.
Belki hayvan olduğu için çok da ciddiye almayanlar olabilir.
Ama o da can,o da bebek, ne derdini anlatabilir ne de tek başına ölümü terk edebilir. Çünkü tek kalırsa o da bu dünya da , tek sonu malesef ölüm...
Ah ne yakıştırmalar yaptım ben böyle küçüğüme!Ölmeyecek tabi ki...
Bir çaresine bakacağım...
22 Mart 2008 Cumartesi
Geçmiş Gelecektir...
Hatırla Sevgili'yi izledim dün.Hep büyüklerimden duyduğum, kitaplarda okuduğum gerçeği,canlandırma da olsa izledim. Tabi ki bir dizi gerçeğin tıpa tıp aynısı olamaz.
Mesela;
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın son sözleri sansürlenmiş.Rtük e uygun bir hale gelmiş.
Deniz Gezmiş'in 50 dakika ipte kaldığı, ölmediği, can çekiştiği tabi ki gösterilmemiş.
(Bundan sonraki genellemeleri üstünüze alınıp alınmamak size kalmış)
Ama olsun darbelerle işkencelerle susturulmuş bir neslin yetiştirdiği çocuklar, bir parçada olsa geçmişini görmüş, sorgulamış ve sorgulayacaklardır.
Susturulmuş bir neslin çocuklarıyız.Kitaplarını da fikirlerini de en dibe gömen bir neslin çocukları...
Rahata alışmış,armut piş ağzıma düş mantığıyla yaşamış çocuklarız.
Bildiğimiz çoğu şey, savunduğumuz çoğu şey duymamızı istediklerinden, düşünmemizi istediklerinden ibaret.
Şarkının aslı şudur "Minik kelebek, minik kelebek.Uç özgürce, durmak ne demek!"
Bize öğretilen ise "Minik kelebek, minik kelebek.Dur yerinde, uçmak ne demek!"
Söylemlerimiz klişe.Düşüncelerimiz kalıplaşmış.
Türban = Anti-laik
Kürt = bölücü
Solcu = ateist
Sağcı = gerici
Ve daha niceleri...
Okumuyoruz, izlemiyoruz, bilmiyoruz, bilmek istemiyoruz, öğrenmek istemiyoruz.
Böyle mutluyuz.
Mutluyduk...
Ne yazık ki ben artık değilim.
Çok mu uzak geliyor Deniz Gezmişler?
Ya da Balyoz harekatı?
Ya da çok mu üstünde toz birikmiş?
Hala dinlediğimiz şarkılar kayıt edilirken asılmış, işkence görmüş çoğu...
Pink Floyd Darkside Of the Moon'u çıkarırken...
Led Zeppelin Stairway to Heaven ı kaydederken vardı bunlar...
O kadar da uzak değil,değil mi?
...
Mesela;
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın son sözleri sansürlenmiş.Rtük e uygun bir hale gelmiş.
Deniz Gezmiş'in 50 dakika ipte kaldığı, ölmediği, can çekiştiği tabi ki gösterilmemiş.
(Bundan sonraki genellemeleri üstünüze alınıp alınmamak size kalmış)
Ama olsun darbelerle işkencelerle susturulmuş bir neslin yetiştirdiği çocuklar, bir parçada olsa geçmişini görmüş, sorgulamış ve sorgulayacaklardır.
Susturulmuş bir neslin çocuklarıyız.Kitaplarını da fikirlerini de en dibe gömen bir neslin çocukları...
Rahata alışmış,armut piş ağzıma düş mantığıyla yaşamış çocuklarız.
Bildiğimiz çoğu şey, savunduğumuz çoğu şey duymamızı istediklerinden, düşünmemizi istediklerinden ibaret.
Şarkının aslı şudur "Minik kelebek, minik kelebek.Uç özgürce, durmak ne demek!"
Bize öğretilen ise "Minik kelebek, minik kelebek.Dur yerinde, uçmak ne demek!"
Söylemlerimiz klişe.Düşüncelerimiz kalıplaşmış.
Türban = Anti-laik
Kürt = bölücü
Solcu = ateist
Sağcı = gerici
Ve daha niceleri...
Okumuyoruz, izlemiyoruz, bilmiyoruz, bilmek istemiyoruz, öğrenmek istemiyoruz.
Böyle mutluyuz.
Mutluyduk...
Ne yazık ki ben artık değilim.
Çok mu uzak geliyor Deniz Gezmişler?
Ya da Balyoz harekatı?
Ya da çok mu üstünde toz birikmiş?
Hala dinlediğimiz şarkılar kayıt edilirken asılmış, işkence görmüş çoğu...
Pink Floyd Darkside Of the Moon'u çıkarırken...
Led Zeppelin Stairway to Heaven ı kaydederken vardı bunlar...
O kadar da uzak değil,değil mi?
...
21 Mart 2008 Cuma
Darağcında Üç Fidan
Yürüdüler...
Ayaklarında pranga ile yürüdüler...
Bizim yaşlarımızdalardı...
İnançları vardı, düşünceleri vardı hepsinin...
Çoğumuzun sahip olmadığı dik bir duruş,yıkılmayacak idealleri vardı...
Başları dik yürüdüler...
Ölüme yürüdüler...
Önce son istekleri soruldu.
Bir dal kaliteli sigaraydı istediği birinin.
Birisi ,kardeşim benim yüzümden hastadır ona iyi bakın, istedi.
Birisi ,apar topar getirdiler ayağımda lastik ayakkabı var babam görürse üzülür hücrededir asıl ayakkabılarım, dedi; babasına verilsin ayakkabıları istedi.
Yürüdüler...
Son sözleri yankılandı sabaha karşı Mamak'ta...
"Yaşasın tam bağımsız Türkiye!Yaşasın işçiler ve köylüler!Yaşasın halkların kardeşliği!Kahrolsun faşizm!"
Ölür darağcında üç fidan!
Bilesin ki,
Ölüm küçük bir yalan,
Öldü sandı bilmeyen,
Öldü sandı öldüren,
Öldü sandı izleyen...
Ama ölüm küçük bir yalan,
Boynundaki ip kadar keskin,
Ayağındaki sehpa kadar geçici,
Gözündeki yaş kadar acı,
Ama yalan...
Ne Gezmiş öldü,ne Aslan...
Düşüncelere İnan...
Ölürsen bir gün, sabaha karşı,
Elin yumruk, kalbin de kızıl kan,
Unutma ölüm sadece yalan...
Dilan Gün Serdar
Ayaklarında pranga ile yürüdüler...
Bizim yaşlarımızdalardı...
İnançları vardı, düşünceleri vardı hepsinin...
Çoğumuzun sahip olmadığı dik bir duruş,yıkılmayacak idealleri vardı...
Başları dik yürüdüler...
Ölüme yürüdüler...
Önce son istekleri soruldu.
Bir dal kaliteli sigaraydı istediği birinin.
Birisi ,kardeşim benim yüzümden hastadır ona iyi bakın, istedi.
Birisi ,apar topar getirdiler ayağımda lastik ayakkabı var babam görürse üzülür hücrededir asıl ayakkabılarım, dedi; babasına verilsin ayakkabıları istedi.
Yürüdüler...
Son sözleri yankılandı sabaha karşı Mamak'ta...
"Yaşasın tam bağımsız Türkiye!Yaşasın işçiler ve köylüler!Yaşasın halkların kardeşliği!Kahrolsun faşizm!"
Ölür darağcında üç fidan!
Bilesin ki,
Ölüm küçük bir yalan,
Öldü sandı bilmeyen,
Öldü sandı öldüren,
Öldü sandı izleyen...
Ama ölüm küçük bir yalan,
Boynundaki ip kadar keskin,
Ayağındaki sehpa kadar geçici,
Gözündeki yaş kadar acı,
Ama yalan...
Ne Gezmiş öldü,ne Aslan...
Düşüncelere İnan...
Ölürsen bir gün, sabaha karşı,
Elin yumruk, kalbin de kızıl kan,
Unutma ölüm sadece yalan...
Dilan Gün Serdar
18 Mart 2008 Salı
Öhö Hastayım-2
Hasta olunca insanlar çocuklaşır...Kendimden biliyorum.
Annesini ister yanında. En büyük ilaç, sorgusuz sualsiz, tükenmeyecek sevgidir çünkü.
Ben buna inanıyorum, her insanın en az bir insan tarafından böyle sevilmeye ihtiyacı vardır.
Tükenmeyecek sevgi...
Güneşin ışığı bile bir gün tükenecek. Hatta en uzak yıldızların...
Ama ölüm bile bir sevginin sonsuzluğunu engelleyemez.
Bir gün annemden, babamdan, tüm sevdiklerimden ayrı düşeceğim. Onlar da benden ayrı düşecekler. Dünya yok olacak en küçük parçasına kadar, partiküllerimiz bile parçalanacak. C, O, H atomları olarak oradan oraya savrulacağız. Belki o kadar bile olamadan, protonlar,elektronlar olacağız.
Belki sevgi de bizim parçamızsa o da yok olacaktır gibi geliyor insana.
Yok arkadaş ben anlamam!
Annem beni hep sevecek. Babam da...
Belki o zaman çocuklarım olur, onlar da beni sever.
Kocama hiç değinmeyeceğim...( hele bir sevmesin! )
"Beni sevmeyen ölsün!" burada biraz ters kaçar değil mi?Hani dünya yok olduktan sonra...
(Neden gözlerim dolu dolu başlayan her yazıyı, şebekçe bitirmeden edemiyorum ki?!)
O zaman yazıyı bitirmeyeyim...
"E kızım cennet var daha" dediğinizi duyar gibiyim?
E var da bana mı var?
Ayrıca iman edenler dışındakiler giremiyorsa, babam baştan kaybetti sanırım. Annem hakkında da şüphelerim var. (Çok iyi insanlar aslında)
Babam olmadan asla!Annem yoksa ben de yokum!
Ferhat Göçer şöyle der; "Cenneti değişmem saçının teline"
İlk defa katılıyorum.
Sanırım ateşim çıktı.Çünkü ateşim çıkınca hep saçmalarım.
Altı yaşındayken annem bir gece odama girer ve odanın ortasında zıp zıp zıpladığımı görür...
"Kızım napıyorsun!"
"Bezelyelerle kaynıyorum anne"
Ateşim 40 falanmış o sırada sanırım. Sonra beni bezelyelerden kurtarıp ateşimi ölçmüşler de.
Gün'ün sorusu:Bezelyeler 40 derecede kaynar mı?
Annesini ister yanında. En büyük ilaç, sorgusuz sualsiz, tükenmeyecek sevgidir çünkü.
Ben buna inanıyorum, her insanın en az bir insan tarafından böyle sevilmeye ihtiyacı vardır.
Tükenmeyecek sevgi...
Güneşin ışığı bile bir gün tükenecek. Hatta en uzak yıldızların...
Ama ölüm bile bir sevginin sonsuzluğunu engelleyemez.
Bir gün annemden, babamdan, tüm sevdiklerimden ayrı düşeceğim. Onlar da benden ayrı düşecekler. Dünya yok olacak en küçük parçasına kadar, partiküllerimiz bile parçalanacak. C, O, H atomları olarak oradan oraya savrulacağız. Belki o kadar bile olamadan, protonlar,elektronlar olacağız.
Belki sevgi de bizim parçamızsa o da yok olacaktır gibi geliyor insana.
Yok arkadaş ben anlamam!
Annem beni hep sevecek. Babam da...
Belki o zaman çocuklarım olur, onlar da beni sever.
Kocama hiç değinmeyeceğim...( hele bir sevmesin! )
"Beni sevmeyen ölsün!" burada biraz ters kaçar değil mi?Hani dünya yok olduktan sonra...
(Neden gözlerim dolu dolu başlayan her yazıyı, şebekçe bitirmeden edemiyorum ki?!)
O zaman yazıyı bitirmeyeyim...
"E kızım cennet var daha" dediğinizi duyar gibiyim?
E var da bana mı var?
Ayrıca iman edenler dışındakiler giremiyorsa, babam baştan kaybetti sanırım. Annem hakkında da şüphelerim var. (Çok iyi insanlar aslında)
Babam olmadan asla!Annem yoksa ben de yokum!
Ferhat Göçer şöyle der; "Cenneti değişmem saçının teline"
İlk defa katılıyorum.
Sanırım ateşim çıktı.Çünkü ateşim çıkınca hep saçmalarım.
Altı yaşındayken annem bir gece odama girer ve odanın ortasında zıp zıp zıpladığımı görür...
"Kızım napıyorsun!"
"Bezelyelerle kaynıyorum anne"
Ateşim 40 falanmış o sırada sanırım. Sonra beni bezelyelerden kurtarıp ateşimi ölçmüşler de.
Gün'ün sorusu:Bezelyeler 40 derecede kaynar mı?
17 Mart 2008 Pazartesi
"Öhö çok hastayım..."
Uzun süredir yazamadım. İnternetim yoktu yahu, yoksa iyiyim merak etmeyin.
Yok iyi değilim aslında. Hasta oldum. Boğazlarım böyle şiş şiş oldu. Dün dondurma yemiştim. Ve açım. Yurttaki kızların "ocak işgali"inin bitmesini bekliyorum. Tek ocak var ve sırada bekleyen; pasta üstüne dökülmek üzere bir puding, birden hamarat olan başka bir arkadaşın yaptığı kısır için pişirilecek salça, ve burnum tıkalı olduğu için ağzım kuru olmasa ağzımdan sular akarak bakacağım süper bir gözlemeyi pişirmeyi bekleyen iki arkadaş var daha önümde. Yaklaşık olarak 1 saat sonra ben de yemek yapıp yiyebileceğim sanırım. Yoksa gizli silahımı kullanıp, köpek yavrusuvari bir bakış atıp, inceden öksürerek;
"Öhö çok hastayım be ablalarım...bir tas sıcak yemek yiyeyim?" desem mi?
Ama anlam veremediğim bir şekilde çılgınca muhteşem yemekler yapıyorlar şu anda!
.
.
.
Ah evet ben bunları yazarken Tuğba odama gelip;
"Kıız siz napıyorsunuz?" dedi...oda arkadaşımla beni kast ederek...
"Neyi napıyoruz?"
"E kızım bugün 'gün' yapcaktık ya!!!"
Kafama dank etti...geçen hafta böyle kızlarla bugün için çok güzel yemekler yapıp yemeyi planlamıştık. Ve ben patates salatasıyla mercimek köftesi yaparım demiştim (neyime güveniyorsam)
"Eöö...", köpek yavrusu bakışı hemen yetişti, ince hasta bir sesle:
"Ben çok hastayım Tuğba..." (Duyan da ince hastalığa tutulmuşum, üç aylık ömrüm var sanır.)
Hemen anaç tavırla Tuğba;
"Ah canım ya olsun biz bir sürü şey yaptık onları yersiniz."
iç ses: "Heleloy!"
ben: "Öhö çok sağol, boğazım da çok şiş ama yiyebilirim sanırım..."
.
.
.
Sonra bunları yazarken birden kafama tekrar bir şey dank etti. Böyle eli boş gitmek olmaz. Bugün marketten garnitür aldığımı fark ederek şip şak bir rus salatası yaptım.
Evet evet az önce yaptım ve yazıma devam ediyorum.
Gerçi biraz az oldu ama napayım yani;
"Öhö çok hastayım..." değil mi?
(Süper yemekler yapmışlar.Vallahi seviyorum yurttaki kızları.İlaç da verdiler bana. hihi)
Yok iyi değilim aslında. Hasta oldum. Boğazlarım böyle şiş şiş oldu. Dün dondurma yemiştim. Ve açım. Yurttaki kızların "ocak işgali"inin bitmesini bekliyorum. Tek ocak var ve sırada bekleyen; pasta üstüne dökülmek üzere bir puding, birden hamarat olan başka bir arkadaşın yaptığı kısır için pişirilecek salça, ve burnum tıkalı olduğu için ağzım kuru olmasa ağzımdan sular akarak bakacağım süper bir gözlemeyi pişirmeyi bekleyen iki arkadaş var daha önümde. Yaklaşık olarak 1 saat sonra ben de yemek yapıp yiyebileceğim sanırım. Yoksa gizli silahımı kullanıp, köpek yavrusuvari bir bakış atıp, inceden öksürerek;
"Öhö çok hastayım be ablalarım...bir tas sıcak yemek yiyeyim?" desem mi?
Ama anlam veremediğim bir şekilde çılgınca muhteşem yemekler yapıyorlar şu anda!
.
.
.
Ah evet ben bunları yazarken Tuğba odama gelip;
"Kıız siz napıyorsunuz?" dedi...oda arkadaşımla beni kast ederek...
"Neyi napıyoruz?"
"E kızım bugün 'gün' yapcaktık ya!!!"
Kafama dank etti...geçen hafta böyle kızlarla bugün için çok güzel yemekler yapıp yemeyi planlamıştık. Ve ben patates salatasıyla mercimek köftesi yaparım demiştim (neyime güveniyorsam)
"Eöö...", köpek yavrusu bakışı hemen yetişti, ince hasta bir sesle:
"Ben çok hastayım Tuğba..." (Duyan da ince hastalığa tutulmuşum, üç aylık ömrüm var sanır.)
Hemen anaç tavırla Tuğba;
"Ah canım ya olsun biz bir sürü şey yaptık onları yersiniz."
iç ses: "Heleloy!"
ben: "Öhö çok sağol, boğazım da çok şiş ama yiyebilirim sanırım..."
.
.
.
Sonra bunları yazarken birden kafama tekrar bir şey dank etti. Böyle eli boş gitmek olmaz. Bugün marketten garnitür aldığımı fark ederek şip şak bir rus salatası yaptım.
Evet evet az önce yaptım ve yazıma devam ediyorum.
Gerçi biraz az oldu ama napayım yani;
"Öhö çok hastayım..." değil mi?
(Süper yemekler yapmışlar.Vallahi seviyorum yurttaki kızları.İlaç da verdiler bana. hihi)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)